Abdullah Deveci*
Fransa’da 1789 yılında siyasal yapının değişmeye başladığı süreç, tüm insanlığı etkileyerek devletlerin yapılarının değişmesine yol açtı. Mutlakiyet rejimlerinin yıkılıp ulus-devlet yapılarının ortaya çıkmasının nedeni olduğu kadar, “sömürüsüz ve özgür bir dünya mümkün” diyenlerin köklerini bulduğu bir dönemdir bu çalkantılı yıllar. Ayrıca seküler düşüncenin bir akım olarak ortaya çıkması Fransız Devrimi’nin bir sonucu oldu. Kralın yetkilerinin sınırlandırılmasıyla başlayıp kralın ve tüm soyluların tasfiyesiyle sonuçlanan 1789’dan 1799’a uzanan bu süreç, I. Napolyon’un 1804 yılında imparatorluğunu ilan etmesiyle tam anlamıyla sona erdi. Bu dönem siyasal duruşlara göre farklı farklı değerlendirilir. Jakobenlerin iktidarda olduğu ara dönem de öyle. Kasım 1793 – Nisan 1794 tarihlerini arasında, kısa da sürse, Jakobenler devrimin en etkili gücüdür.
Destansı hikayelerin yanı sıra her kesimden çok sayıda kişinin giyotinle idam edilmesi dönemin ne kadar acımasız olduğu gösterir. Bu dönemde siyasi suikastler cinayetlerin bir başka yolu olmuştur. Jakoben Jean-Paul Marat’nın, Jiroden mensubu soylu bir kadın olan Marie-Anne Charlotte de Corday d’Armont tarafından öldürülmesi bu suikastlerden biridir. Hekim, fizikçi, gazeteci ve meclis üyesi bir politikacı olan Marat, Fransız Devrimi’nin en etkili önderlerindendi. Onun öldürülmesi Jakobenleri derinden etkiledi. Nicos Hadjinicolaou ‘Sanat Tarihi ve Sınıf Mücadelesi’ adlı kitabında şöyle aktarır:
1793’te Ulusal Konvansiyon Meclisi’nde yapılan toplantıda vatandaş Guirault, Marat’nın ölümü üzerine konuşurken Konvansiyon üyesi ressam Jacques-Louis David de oradadır. Guirault cinayetin korkunçluğundan bahsederken ressam David’e seslenir: Neredesiniz David? Vatan için can veren Le Peletier’yi resmeden yapıtı ebedileştiren sizdiniz… Bir tablo daha gerekiyor şimdi. David yürekten “Yaparım tabii!” der. Böyle bir diyalogdan sonra Fransız Devrimi’nin simge yapıtlarından biri olan “Marat’nın Ölümü” isimli resim ortaya çıkar.
JAKOBENLER VE MARAT
1789’dan sonra L’Ami du peuple (1789-1792, Halkın Dostu) isimli gazeteyi çıkartan Jean- Paul Marat yazılarıyla dikkati çekmiş ve çok da tepki almıştı. Marat bir jakobendi. Soyluların ayrıcalıklı konumlarıyla mücadele etmek için ulusal egemenlik ülküsüyle kurulan Jakoben kulüpleri 1789-1794 yılları arasında etkinlik göstermişti. Montesquieu’nün kölelik karşıtı görüşlerinden ve Rousseau’nun düşüncelerinden büyük ölçüde etkilenen Marat, Bastille’i basan yoksulların zenginler gibi yurttaş kategorisinde hakları olması için mücadele ediyordu. Ancak Marat’nın bağlı olduğu Jakobenizmin her dönem aynı olan siyasal ve ideolojik bir yapısından söz etmek mümkün değildir. Jakobenler 1789 yılından 1792 yılına kadar anayasal monarşi için çaba harcarken, 1793-94 yılları arasında Robespierre’in yönlendirmesiyle sert yöntemler uygulamıştı. 1871 yılında yaklaşık iki ay süren Paris Komünü’nü gerçekleştiren gelenek jakobenleri de kapsıyordu
Karl Marx, jakobenleri devrimciliğin ete kemiğe bürünmüş ilklerinden biri olarak görmüştür ancak, jakobenleri sınıfsal tutumları dolayısıyla hayalperest olarak niteler. 18. yüzyıl devrimcileri toplumdaki kirli maddi temeli görmeden politik üst tabakayı idealize etmişlerdi. Soylular tasfiye edilirken, burjuvaların iktisadi ilişkilerinin belirlediği ortam içinde jakobenler için devrim başarıyla sonuçlanmamıştı. Böylece Eski Yunan demokrasisinden esinlenen idealleri inşa etme çabaları daha başlarda yıkılmıştı.
Marat’nın özgürlük konusunda ilginç görüşleri vardı. Sınırsız düşünce özgürlüğüne karşıydı. Ona göre gerçek vatanseverler özgür olmalı, diğerlerinin böyle bir hakkı olmamalıydı. Böyle bir yaklaşımın nedeni siyasi ortamın çok sert olmasıyla ilgili olmalıdır. Bu yaklaşım sadece Marat ve jakobenlik ile ilgili de değildir. Hemen her siyasi grup benzer şekilde düşünüyor; bırakın düşünceleri yasaklamayı doğrudan yaşamlar ortadan kaldırılıyordu. Kısacası değişik toplumsal grupların bir arada yaşamaya ilişkin tutumları çok olumsuz ve oldukça sertti. Jakobenleri sertlikle eleştirenler onların uğradığı kıyımı unutuyorlardı. Marat cinayeti de bu kıyımlardan biriydi…
FRANSIZ DEVRİMİ’NİN KUTSAL ŞEHİDİNİN RESMİ: MARAT’NIN ÖLÜMÜ
Marat bir deri hastalığından muzdaripti. Hastalığını devrim öncesi kraliyet polisinden kaçtığı zamanlarda kanalizasyonlarda kaptığı söylenir. Dönemin doktorları farklı teşhisler koyarak hastalığının herpetik, egzama, çölyak ve şeker hastalığı nedeniyle oluşan cilt sorunları olduğu şeklinde açıklamalar yapmıştır. Küvetin içinde tasvir edilmesinin nedeni de muzdarip olduğu hastalıktan dolayıdır. Marat günün uzunca bir zamanını ılık ve kükürtlü suda geçiriyordu. Deri hastalığına eşlik eden bir de baş ağrıları vardı. Bundan dolayı başında sirkeli bir tülbent olurdu. Yazılarını küvetin üzerine koyduğu bir tablada yazıyor, misafirleriyle burada görüşüyordu.
Jironden yanlısı Charlotte Corday isimli kadın Marat’ya kendisiyle görüşme isteğini bildiren bir not gönderir. Resimde sol elinde tuttuğu bu notta “13 Temmuz 1793. Marie-Anne Charlotte de Corday’dan yurttaş Marat’ya. Mutsuz olduğum için sizin kaderinizi tayin etmeye hakkım var” okunmaktadır. Charlotte Corday içeri girdiğinde de sağ köprücük kemiğinin altından tek bir bıçak darbesiyle Marat’yı öldürür. Jacques-Louis David’in resmini yaptığı olay budur.
Ressam David’in bu resmi için söylenecek ilk söz, resmin ne kadar yalın olduğunun vurgulanması olabilir. Küvetin içinde göğsünden hançerlenmiş Marat, sağ elde üzerinde yazılar olan bir kağıt, yere düşmüş sol elinde tüy bir kalem. Yerde bir hançer, üzerinde Marat ve David yazılı basit bir etajer, etajer üzerinde mürekkep hokkası, tüy bir kalem ve üzerinde yazılar olan başka bir kâğıt… Neredeyse resmin yarısını kaplayan kahverengi ve yeşilin tonlarıyla boyanmış ve fon olarak kullanılan düz bir duvar…
Ressam David, Marat’nın sadece dava arkadaşı değil aynı zamanda yakın arkadaşıydı. David sadece olayı betimleyen bir resim yapmak istememiş, bu resmi yorumlayan pek çok araştırmacının söylediği gibi kutsal metinleri görselleştiren eski ustaların tarzında, Antik Yunan ve Roma’ya öykünen klasik bir dil kullanmıştı. Resimde, David dışında her şey natürmort gibi betimlenmiştir. Uşun Tükel şöyle aktarır: Şair ve daha fazlası olan Charles Baudelaire resme yarım yüzyıl sonra bakarken boşluktan bahseder. İnsan Marat’nın kahramanlığının farkına bu odanın soğuk havasında, bu soğuk duvarlarında, bu soğuk ve tabutu andıran küvette varır. Bir insanın çektiği acı ya da merhamet gibi duygular yoktur.
Caravaggio’nun “İsa’nın Mezara Konuluşu” resmi ile “Marat’nın Ölümü” resmi arasında benzerliklere araştırmacılar tarafından dikkat çekilmiştir. Vücut betimlemesinde özellikle de baş ve kolların duruşu David’in Caravaggio’nun bu resmini gördüğünü, oradaki gibi kutsal şehitliğin resmini yapmayı arzuladığını düşündürür. Dahası resimde, Marat’nın yüzünde acı ifadesinin olmaması, Marat’nın deri hastalığı belirtileri yerine pürüzsüz cildiyle verilmesi, mekanda dikkat çeken/ dağıtan bir kişi veya eşyaya yer verilmemesi, ışık huzmesinin Marat’nın yüzünü ve omuzlarını aydınlatması gibi Antik Çağ heykellerini anımsatan klasik tarzın bütün olanakları kullanılmıştır.
David bu resmi tamamladıktan sonra Fransız Devrimi Ulusal Konvansiyon Meclisi’nde dört ay kadar sergilendi. Bu Marat’nın Fransız Devrimi için ne kadar önemli olduğunu ve anısının ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Yıllar sonra 1917 Devrimi’ni gerçekleştirenler jakobenleri unutmadılar ve Sovyet savaş gemilerinden birine Marat ismini verdiler.
DAVID VE NEOKLASİSİZM
Fransız Devrimi ile mutlakiyet tasfiye edilirken vatandaşlık, yurtseverlik ve ulusal değerler gibi kavramların kullanılması yaygınlaşır. Bu değerlerin kökeni de Antik Yunan ve Roma’da aranır. Devrimin istediği meclis, bir zamanlar kralın emriyle üç grup halinde soylular, papazlar ve iş birliği yapabileceği burjuvalardan oluşan meclis değildi. Antik dönem meclisleri esin vericiydi ve her kesimden erkeklerin seçilebildiği bir yapı amaçlanıyordu. Sanat da eskisi gibi olmamalıydı. Siyasal yapıya kaynaklık eden değerler sanat alanında klasisizmin biçim dünyasıyla kendini gösteriyordu. Bu konuda 18. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Winckelmann’ın özel yeri vardır. Winckelmann yazılarında Barok ve Rokoko üslubu yerine klasik biçimleri savunmuştu. Klasik biçimlerle uyumlu yeni değerlerin sanatsal üretimi devrim için de elzemdi. Bir önceki dönemin saray sanatı olan Rokoko üslubu “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ülküsüne uymuyordu.
18. yüzyılın ortalarına doğru yapılan Pompei ve Herculaneum kazıları neoklasisizmi etkileyen gelişmelerdi. Kazılar, toplumda Antik Çağ’a karşı yeni bir ilgi ve bakış açısı oluşturdu. Entelektüel çevrede Antik Çağ büyük bir merakla araştırılıyor, tutku haline gelen antika koleksiyonculuğu için büyük paralar ödeniyordu. Hauser’e göre, “İtalya’ya gitmek, sadece görgülü yetişme şartı değil aynı zamanda bir gencin eğitimi için de gerekli” olan bir olaydı. Dönemin sanatçı, yazar ya da entelektüelleri İtalya’daki sanat yapıtlarını gördükten sonra, yeteneklerinin en üst düzeyine çıkacağına inanıyorlardı. Paris’teki David okulunun tüm etkisine karşın Antik Çağ’ın merkezi İtalya olarak görülüyordu.
İtalya’ya olan ilginin büyüklüğünü Goethe’de görmek ilginç olacaktır. Goethe, İtalya yolculuğunda antika eşyalar toplamış, Weimar’a dev heykeller getirmiştir. Goethe’nin büyük boyutlu “Tanrıça Hera” heykelinden dolayı “Hera Odası” olarak adlandırdığı oda, burjuva dekoru ile Antik Çağ merakı arasındaki bağlantıyı anlaşılır kılar. Ayrıca, İtalya gezilerinin ve Antik sanatın önemini David’in İtalya’da bir atölyesinin olmasından anlıyoruz. David’in “Le Serment des Horaces” (Horatius Kardeşlerin Yemini) adlı çok bilinen resmi bu atölyede sergilenmişti. Resim o kadar ilgiyle karşılanmıştı ki önüne çiçekler konmuştu. David’in bu başarısı, devrimci niteliğe sahip bir başkaldırı, klasik ideal ve ilerici atılım olarak görülmüştü. Yeni dönemin en başından itibaren neoklasik üslupta resim yapan David, zamanla neoklasik üslubun en önde gelen sanatçısı olmuştur. Onun, Robespierre’in düzenlediği festivaller ve oyunlar için dekorlar ve giysiler de tasarladığını biliyoruz.
Antik Çağ sadece plastik sanatlarda değil mimaride de esin kaynağı idi. Paris Madeleine Kilisesi ve Paris’in Koruyucu Azizesi Sainte-Genevièv’e ithaf edilen bir kilise olarak yapılan ama
1789’da açıldıktan kısa bir süre sonra önemli bilim, sanat ve devrim önderlerinin gömüldüğü bir anıt mezar yapısına dönüşen panthéon gibi yapılar antik çağ pagan tapınaklarından esinlenerek yapılmıştır. Émile Zola, Victor Hugo, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire, Marie ve Pierre Curie gibi Marat da burada gömülüdür.
Devrimin sanatı, klasisizmin yeniden canlandırılmasıyla oluşan neoklasik biçim dünyası tüm Avrupa’ya yayılır. Resim sanatında Rubens-Poussin klasik üslubu zamanla akademik bir karakter kazanır. Hauser’e göre, 18. yüzyılın sonunda Avrupa’da egemen olan tek ve en önemli sanat olan neoklasik sanat artık burjuva sanatı olacaktır. Süslemeciliğin (dekorasyon) yerine ifadeciliğin yeğlendiği beğeni şimdiye kadar bu denli belirgin olmamıştı. Artık soyluların ve sarayın istek ve beğenisine göre yapılan sanat tarihe karışmıştı…
David sonraları Birinci Cumhuriyet’i bitiren Napolyon’un baş ressamı olur. David’den yaklaşık bir kuşak sonra yazıları ve etkinlikleriyle dikkati çeken Anarşist Proudhon, devrimin başlarındaki David ile 1800 sonrası Napolyon’un ressamı David’in aynı sanatçı olmadığını söyler. Sanatçının “Napoleon Saint-Bernard Dağında” resmi (1800) ile devrimin ilk yıllarında yaptığı “Tenis Kortu Yemini” (1792) ve “Marat’nın Ölümü” resimlerini karşılaştıran Proudhon’a göre, Napolyon için yapılan resim bir dalkavukluk örneğidir. “Marat’nın Ölümü” resminden övgüyle söz eden Proudhon, “David’in tanık olduğu gerçekliği yeniden üretmek amacıyla yapmış olduğu, son derece dokunaklı ve düşünce derinliğine sahip böyle bir tabloya nasıl bir eleştiri getirilebileceğini bilmiyorum. Bu resimle halkın dostu Marat’yı düşünmemiz istenmekte” demektedir.
Eninde sonunda mesele görme biçimindedir. Peter Weiss’in dediği gibi: Kültürün kendi mülkiyetinde olduğu bilinciyle dünyaya bakanlar önce tanrıları, hükümdarları görürler. Çünkü onlar kendi taraflarındadır. Marat’nın resminde büyük insanlığı görmek gibi başka bir biçimde görme pekala mümkündür.
*Sanat Tarihçisi, Eskişehir Okulu